İlkokulda okurken,  hemen girişte okul koridorunda içeri girer veya sınıftan çıkarken bizi karşılayan, kafamıza iyice yerleşen bir özlü söz vardı. Aradan geçen bunca zaman geçmiş daha dün gibi aklımda. “İçki öldürür, kumar söndürür, spor güldürür.” Bu toplumsal bir gerçektir ve doğrudur. Bunun tartışılacak bir tarafı yoktur.

Bundan önce yayımlanan yazımızda,“Hayat pahalılığı, haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik, gelir dağılımındaki dengesizlik, her türlü şiddet ve terör gibi sorunlar günlük hayatımızın bir parçası, gündemin ilk sırasındadır.” demiştik. O halde enflasyon nedir, ne değildir anlamaya ve anlatmaya çalışalım.    

Enflasyon, Latincede 'şişme' anlamına gelen 'inflatio' kelimesinden türemiş, fiyatların genel düzeyinin sürekli ve hissedilir şekilde artışını ifade eder. Diğer bir başka tanımı ise cebinizdeki paranın satın alma gücünün azalması, yani fiyatların şişmesidir. Tabii ki enflasyon sosyoekonomik ve psikolojik yansımaları ve sorunları da kapsar.

 

16. yüzyılda, Avrupa'nın coğrafi keşiflerinin ardından bu terim, özellikle para arzının şişkinliği ve tüketici fiyatları üzerindeki etkisi için kullanılmıştır. Fakat 20. yüzyıla gelindiğinde, 'enflasyon' birçok farklı boyutuyla anılmaya başlamıştır.

 

Bu tamının sıkıcı ve uzun olduğunun farkındayım. Konuyu daha anlaşılır hale getirmek için, bir örnekle devam edelim.  Bir tarım ve küçük sanayi ülkesi olan Osmanlı dönemine gidelim. Bir kasabada elma ticareti yapan tüccar Ahmet Ağa ve bu ürünü üretip Ahmet Ağaya satışını yapan Ali Amca'nın yaşadığı durumu düşünelim; Her şey normal olarak devam ederken, Ahmet Ağa kilosunu 2 akçeye satın aldığı elmaları Osmanlı Sarayına 3 akçeye satıp, kazandığı para ile kendi ihtiyaçlarını karşılıyorken, bir gün öyle bir şey olur ki, Ahmet Ağa saraydan aldığı akçelerle kendi ihtiyaçlarını almak için çarşıya gittiğinde fiyatların eskisinden farklı olduğunu fark eder. O dönem için nedenini anlaması pek mümkün değildir. Alım gücünü yeniden eski duruma getirmek için ürünlerini 4 akçeye satmaya karar verir. Her şeyin fiyatının arttığını gören Ali Amca da artık elmaların fiyatının 3 akçe olduğunu söyler. Ahmet Ağa kendi maliyetindeki artışı ve genel fiyatlardaki artışa yetişebilmek için saraya sattığı elmaların fiyatını bir anda 4 değil 5 akçe yapar.

 

Tabii ki yukarıdaki örneğin bir anda olması pek mümkün değildir. Ama aslında olan şudur; 1 akçenin gümüş madeni olarak ağırlığı zaman içerisinde 0,77 gr’dan savaşlar ve ekonomik zorluklar, gümüş madenlerindeki zorluklar gibi durumlar neticesinde 0,31 gr’lara kadar düşmüştür. Bu, elinizde aynı miktarda gümüş varken ve üretim seviyesi de yine aynıyken, piyasada artık neredeyse iki katından fazla para bulunmakta olduğu anlamına gelir. Arz ve talep dengesi devreye girip, paranın bu kadar çok olması ürünlerin fiyatını artırmakta, yani paranın alım gücü düşmesine neden olmaktadır.

 

Enflasyon, gelir dağılımında adaletin sağlanmasının önündeki en büyük engellerden biridir. Ve bu durumdan en büyük zararı, ücretli çalışanlar ve yerli para birimi cinsinden tasarrufu olan kişiler görmektedir. Tabii tasarruf sahipleri bu durumu ortadan kaldırabilmek için birikimlerini gayrimenkul veya kıymetli madenler gibi araçlara aktararak değerini koruma yoluna gidebilirken ücretli çalışanların tek yapabildiği fiyatı daha da artmadan temel ihtiyaçlarını karşılamak ve bir an önce zam döneminin gelmesi beklemek olmaktadır.

 

Eğer enflasyon bu kadar kötü sonuçlar doğuruyorsa, neden gelişmiş ülkelerde bile sınırlı oranda enflasyon bulunmakta diye düşünürsek, enflasyonist ortamda tüketiciler fiyatlar genel seviyesinin daha da yükseleceği beklentisi ile harcamalarını öne çekip, değer kaybından biraz olsun kurtulmak isteyecektir. Yatırımcı ise fiyat artışı beklentisi ile karını daha da arttırmak için yeni yatırımlara yönelip işletmesini büyütmek isteyecektir. Bu, ekonomide canlanmaya ve büyümeye yol açacaktır. Ancak burada önemli olan büyümenin reel olarak sağlanabilmesidir. Enflasyonist ortamlarda büyüme, enflasyondan arındırıldığında bile genellikle pozitiftir ama sosyal adaletin bozulması yönüyle olumsuz etkileri de vardır.

 

İşte bu noktada hükümetlerin tercihleri devreye girmektedir. Eğer hedefiniz yüksek büyüme hızıysa, bu yolu tercih edebilirsiniz. Bazı durumlarda durgun ekonomiyi canlandırmak için dahi (Covid-19 döneminde Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi) bu yola başvurulabilir. Bu noktada akıllara İsmet İnönü’nün İkinci Dünya Savaşı sonrası seçim meydanında “Sen bizi aç bıraktın, ekmeksiz bıraktın” sözüne karşı olarak “Ben sizi ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım.” cevabını vermesi gibi tercihler devreye girmektedir. Enflasyonist bir büyüme seçen bir hükümette, “Ben sizi fakir bıraktım ama işsiz bırakmadım” savunmasını yapabilir. Ya da tercihini sosyal adaleti sağlayıp, yavaş ama sağlıklı bir büyümek olarak belirleyip, enflasyon ile mücadele etme yoluna gidebilir.

Sonuç olarak, enflasyon ekonomideki en önemli konulardan biridir ve bu nedenle merkez bankalarının en önemli görevi fiyat istikrarını sağlamaktır. Bu doğrultuda sürekli ölçümler yapıp, elindeki para politikası araçları ile bu dengeyi sağlamaya çalışırlar. Ama yukarıda akçe örneğinde olduğu gibi kamu harcamalarının artması tüm ekonomik dengelerin bozulmasına neden olmaktadır.

 

Kamu harcamalarında tasarruf sağlanmadan, yalnızca para politikası önlemleri ile enflasyonla mücadele etmek mümkün değildir. Bu işin kestirme yolu “ayağını yorganına göre uzatmaktır. “  Bunun anlamı gelirine göre harcama yapmaktır. Hâlbuki ülkemizde genel eğilim insanların gelirlerinden çok fazla harcama yapmaları ve borçlanmalarıdır.

 

Ekonominin belirli değişmez kuralları vardır. Bu kuralları göz ardı eder, uygulamaz, ortaya çıkan sorunları halı altına süpürürseniz günümüzdeki baş edilemez hayat pahalılığı ve beraberinde ortaya çıkan problemlerle didişir durursunuz.

 

Yeniden görüşmek dileği ile hoşca ve sağlıcakla kalınız.